Bu yazı öncekilerin aksine rasyonel açılımlar, teknik açıklamalar, çözüm önerileri ve çıkarımlar içermeyecek. Bu yazıyı tamamen artık insana gına getiren mimarlık sektörüne safi serzenişimi yazıya dökme isteğinden ötürü yazacağım. İsim vermeyeceğim ve olayları muğlak tutmaya çalışacağım. Üzerine alınan “yüce mimarlar” ya da “yüce tasarım şirketleri” olursa da alınabilir. Pek umurumda değilsiniz.

Mimarlık Sektörü Apolitiklik Kalkanı Arkasında Yaşıyor

Mimarlık, icra edilmeye başladığı zamandan itibaren -ki bunu kabaca neolitik çağa götürebiliriz- her zaman ama her zaman insanoğlunun sahip olduğu güç ilişkilerine göbekten bağlı bir olguydu. Bu olgu bugün de değişmemesine rağmen özellikle kapitalist piyasanın eline düşmüş mimarlar ve mimarlık ofisleri bilinçli bir şekilde bu bariz güç ilişkisini reddederek saf bir sanat ve hayat tasarımı felsefesini halka satmaya çalışıyor. Üniversitelerde de gerçekten uzak bir mimarlık tarihi anlatısı süregeliyor.

Bu apolitiklik durumu bilinçlidir ve sermayedar ile piyonu hâline gelmiş mimar arasında mutual bir ilişkiye dayanır. Sermayedar, toplumların tarihleriyle, kimlikleriyle, kültürleriyle ilgilenmez, onları alınıp satılabilir bir meta hâline getirmek ister. Piyon mimar bu iş için biçilmiş kaftandır. Mimar bu ilişkiler ağını bildiğinden ötürü bunları nasıl gizleyeceğini ve metalaştırabileceğini bilir ve kendisine para kazandıracak olan efendisinin isteklerini bir bir yerine getirir.

Piyon mimarımız kendisine gelecek eleştirilere de hazırdır. “Ben yapmasam/tasarlamasam bir başkası zaten yapacaktı.”, “Benim de bir şekilde evimi geçindirmem, ekmek parası götürmem gerek.”

Birincisi tamamen bahane, ikincisi de müstakbel “starchitect” namıdiğer “meslek büyüğü” mimarlarımız geçerli olmayan, proleter mimarları ilgilendiren bir durumdur.

İşte tam bu noktada efendisinin sözünün dışına çıkamayacak proleterleri konu dışına alarak odağımı nüfuzlu ve zengin piyonlara çevireceğim.

Mimarın ve Mimarlığın Etkisi

Malumunuz dünya üzerinde -ya da daha havalı şekilde 3 boyutlu uzayda- sahip olduğumuz alanımız kısıtlı ve her bir parçası birbirinden farklı niteliklere sahip. Durum bu olunca bir mimarın ele alacağı bağlam üzerinde yapacağı tasarımda aldığı kararlar kadar almadığı kararlar da etkilidir.

Mimar konduracağı yapısının yalnızca kendinden menkul olacağı yanılgısına düşerse o yapıyı kondurduktan sonra tasarımı “dünyayı iyileştirmek” yerine dünyayı zehirleyen bir yığına dönüşür. İşte tam bu noktada mimarın kendisine verilen bağlamı da sorgulaması gerekmektedir. Mimar, mesela bilinçli bir şekilde yakılmış bir orman üzerine bir otel tasarımı yapacaksa ve eğer bu dünya görüşüne uymuyorsa bu noktada mimarın duruşunu ortaya koyarak bağlamı reddetmesi, hatta bu konuda kamuoyunu bilinçlendirmesi meslek etiğinin bir parçası olmalıdır. Benzer bir örnek olarak sonradan imara açılan bir bağlama AVM tasarımı yapmanın bölgeye yarardan çok zarar getireceği ve sermaye sahiplerini güçlendirirken yerel komüniteyi zayıflatacağı belliyse mimar tasarım yapma görevini reddetme erdemini gösterebilmeli. Verilen bağlamın ve istenen tasarımın sosyo-politik ve siyasi arkaplanı ve sonuçları irdelenmeden yapılan mimarlık, kapitalizme hizmet etmek dışında bütün nosyonlarını kaybeder.

Peki Bir Mimar Benim Dediklerimi Yapmak Zorunda Mı?

Elbette kendi dünya görüşüme göre değer yargılarım üzerinden ele aldığım bu konularda mimarlar benim gibi düşünmek ya da hareket etmek zorunda değil. Peki ben neden bunları yazıya döküyorum biraz ona değineyim.

Piyon mimar, kapitalist efendisi ile sermayedarın ve kendisinin karnını doyururken bir yandan kentin gerçek sahiplerini ve yerel komüniteleri öldürürken bir de “çok önemli” toplantılara, etkinliklere katılır, mimarlığın geldiği durumu eleştirir ve halka mimarlığın nasıl olması gerektiğini anlatır. İşte benim kanıma dokunan nokta tam olarak budur. Apolitik mimarımız işine bakıp parasını kazanırken -muhtemelen altında çalıştırdığı stajyerlere de parasını vermez, ücretsiz ek mesai yaptırır- bir yandan da bize erdem pazarlamaktan geri durmaz. Kendi yaptığı tasarımın ne kadar iyi ve mantıklı olduğunu anlatırken orayı gerçekten deneyimleyen insanların görüşlerini duymayız.

Piyon mimarlarımız kendilerine yaşamadıkları hatta belki hiç görmedikleri yerlerle ilgili dev tasarımlar yapması teklif edildiğinde asla çekinmez, eleştirirseniz içindeki üstenci ve indirgemeci canavarı serbest bırakarak “Bakın ben 1000 sayfa veri topladım bağlamla ilgili” der. O tasarımların sonucunda ortaya çıkan garabetler ise yalnızca oranın halkına zarar verir. Nasıl olsa orada yaşayacak olan piyon mimarımız değildir. O İstanbuldaki klimalı ofisinde tatlı tatlı çizmeye devam edecektir.

Piyon mimarımız kendi tasarımını gerçekleştirebilmek uğruna güç sahiplerinin kentsel hafızayı ortadan kaldırmasını, soylulaştırma yapmasını sorun etmez. Çünkü etkilenen bizzat kendisi değildir. O tasarımcıdır. Onun için gündelik hayatın dertleri, politika ve siyasi emeller gibi dünyevi şeyler yoktur. O mimarlık yapar. Bu tarz şeyleri sorgulamak onun işi değildir ne de olsa. Karar önceden verilmiştir bir kere. Onun da bir şekilde para kazanması gerekir. Bu doğrultuda inandığı ya da inanmadığı her türlü değere ihanet edebilir.

Mimar kendisini bir araç hâline getirmiştir artık. Hatta spesifik olarak kalem olmuştur. Sermayedar bu kalemi tutar, mimar ise sadece paranın istediklerini çizmekle mükelleftir. Kendi iradesi artık ortadan kalkmıştır. Paranın kaynağı neresiyse oraya hizmet etmek zorunda kalır. Anlaşılan o ki bir noktadan sonra da bu durumu kabullenir ve normalleştirir. Belki de hayatta kalmak için gösterilen bir adaptasyondur bu.

Peki Biz Ne Yapalım?

Yazının başında bir çözüm önerisi getirmeyeceğim dedim fakat tutamadım kendimi. Bu kadar kendi sektörüme ve aktörlerine “salladıktan” sonra “mic drop” yapmak ukalalık olurdu. Aslında bunun çözümünün çok zor olduğunu düşünmüyorum. Daha doğrusu teoride bakıldığı zaman zor görünmüyor fakat pratiğe dökmeye gelince herkesin tökezlediği o mutlak çözümü söyleyeceğim. Mimarı içinde bulunduğu cendereden çıkarak yegane şey örgütlenmektir. Mimar eğer piyasanın kalemi olmak istemiyorsa birleşmeli ve gücünü artırmalıdır. Mesleki örgütlerin bugünkü hallerine bakınca ne kadar içler acısı durumda olduklarını görmeyen kalmamıştır sanırım. Bunun sebeplerinden birisi de bu örgütlere mensup kişilerin bilinçli ya da bilinçsiz şekilde apolitikleşmesi yatıyor. Mimar, önce meslektaşıyla sonrasında da kamuoyu ile güçlerini birleştirmeli ve hakkını aramakla mükelleftir. Neredeyse hepsinin halka büyük oranda erişimi olmasına rağmen her türlü politik açıklamadan kaçan “starchitect”lerimizi el üstünde tutmayı bırakmak güzel bir başlangıç olabilir.

Son olarak “Ben işimi yaparım”cı mimar arkadaşların tasarımlarını önümüzdeki yıllarda rant uğruna yıkılan Antalya Müzesi’nde görecek olmak beni fazlasıyla sinirlendiriyor. Hatta bütün yazının çıkışına Haliç için Foster + Partners tarafından yapılan AVM tasarımının ortaya çıkması ve Antalya Müzesi mevzusu sebep oldu diyebilirim. Buraya kadar sabırla okuyan olduysa ayrıyeten teşekkür ederim.

Posted in

Yorum bırakın