On binlerce vatandaşın hayatını kaybettiği 6 Şubat depremlerinin ardından 2 yıl geçmesine rağmen Türkiye’nin inşaat sektörü hususunda hiçbir ders almadığını gözlemlemek mümkün.
Kağıt Üzerinde Mükemmel Ülkenin Pratikteki Günahları
Her depremin ardından televizyona çıkan yetkililere sorulan birbirinin aynısı sorular ve cevaplar silsilesinin arasında hepiniz şu cümleyi mutlaka duymuşsunuzdur. “Mevzuat bakımından Dünya standartlarında bir ülkeyiz ama uygulamada sorunlarımız var.” Gerçekten de işin teknik mimari boyutuna bakıldığı zaman Türkiye’nin 1947, 1953, 1961, 1968, 1975, 1998, 2007 yıllarında kullanmış olduğu 7 deprem mevzuatının ardından 158 sayfadan oluşan 2007 mevzuatına yapılan eklemelerle beraber 2018 yılında 416 sayfaya çıkan mevcut deprem yönetmeliği Dünya standartlarında bir mevzuat olarak ele alınabilir.
Peki kâğıt üzerinde oldukça başarılı işler yaratabilen Türkiye neden sürekli depreme yeniliyor? Aslında bu sorunun birden fazla cevabı var.
Türkiye’de İnşaat Sektörüne Bakışın Çarpıklığı
Sayıları yüz binleri aşan müteahhitlerin sektörde yarattığı çarpık algılardan ötürü bugün Türk toplumunun neredeyse her kesiminin inşaat sektörünü hafife aldığını gözlemlemek mümkün. Günümüzde inşaat sektörü çok farklı ve fazla disiplinin koordineli bir şekilde bir arada çalışmasını gerektiren, teknik hesaplamalara uyulmasının güvenlik açısından zaruri olduğu bir durumdayken Türkiye’de inşaat sektörü herkesin yapabileceği ya da fikir sahibi olabileceğini düşündüğü basit bir işmiş gibi görülüyor.
Bu bakışı doğuran etmenlerden bir diğeri de aslında Türkiye’deki gecekondu kültürü. Sayıları 1950’lerden itibaren köyden kente nüfusun yoğun şekilde akmasıyla milyonları bulan gecekondular, basit formları ve çok temel taşıyıcı elemanlarla beraber hızlı üretilebilen barınma alanları olma özelliğiyle toplumun geniş kesimlerine “istenildiği zaman rahatça inşaat yapılabildiği” anlayışını doğurdu. Tek katlı basit yapılar için bu anlayış kısmen doğru olsa da bugün şehirlerimizi tamamen saran ve en az 5 kattan oluşan apartmanlarımız için bu anlayış oldukça tehlikeli. Peki neden?
Karar Alıcılar ve Halk Depremin Yapılarda Neye Yol Açtığını Bilmiyor
Her depremin ardından televizyona çıkarılan jeologlara ve deprem bilimcilere defalarca kez depremi anlatmaları istenmesine rağmen bu anlatılar içerisinde kritik bir nokta hep atlanır. Depremin nasıl gerçekleştiği kadar gerçekleşen depremin yapılar üzerindeki etkisi de önem arz ediyor. Basitçe açıklamak gerekirse:
Bir yapı inşa edildiği süre boyunca o yapıya etki eden kuvvetlerin hepsi dikey kuvvetlerden oluşur. (Ağırlık eksenli dikey kuvvetler olarak özetlenebilir.) Yapı farklı bir yönden bir kuvvete maruz kalmadığı sürece sadece kendi ağırlığını dikeyde toprağa aktaran bir geometrik sistem olarak çalışır. Dolayısıyla bir yapı inşa edilirken iskelet sistemi sorunsuzca inşa ediliyor gibi gözükse de sorunsuzluk yalnızca dikey kuvvetlerin varlığında çalışır. Deprem dalgaları yapılara yanal yönde kuvvet olarak etki ettiğinden ötürü yapıda var olan dikey kuvvetlere eklenen yeni yatay kuvvetlerin yarattığı yeni momentum etkisi inşa edilirken problem olarak görülmeyen zayıflıkların deprem anında yapının bütünlüğünü bozan kritik hatalar olduğunu gözlerimizin önüne serer.
Sözün özü bir binanın depremsiz durumda ayakta durabiliyor olması o yapının deprem anında göstereceği performansa dair ilk bakışta bize fikir veremez. Mimarlar ve inşaat mühendisleri yaptıkları tasarımlarda -mevcut yönetmeliklerin dışına çıkılmadığı müddetçe- deprem anında zayıflık gösterecek düzensiz taşıyıcı elemanların bulunduğu yapılar tasarlamaz.
Kağıttan Konuta Giden Süreçte Alınan Kararların Depremle İlişkisi
Mimar ve mühendis ortaklığından çıkan teknik hesaplar ve çizimlerin ardından yapının inşa süreci hatta sonrasında kullanımı boyunca alınan en ufak plansız kararların yaratacağı problemler deprem anında kendisini gösterir. Örnek bir senaryo üzerinden bir yapının orijinal inşaat planına sadık kalmanın önemini anlatmaya çalışacağım.
Bütün taşıyıcı sistemiyle beraber depreme dayanımı yüksek bir apartman çiziminin mimarlık ofisinden çıktığını ve belediye tarafından da onaylandığını farz edecek olursak:
İnşaat sürecinin başlamasının ardından inşaatta kullanılan malzeme ve bu malzemeyi işleyen usta ve işçilerin işe verdiği değer (işçilik olarak da ele alınabilir.) inşaat boyunca kritik önem arz eder.
Mimarın birbirine karşılıklı olarak yerleştirdiği 2 adet taşıyıcı perde duvar arasında eğer bir tanesi diğerinden daha kötü inşa edilirse (Planda ön görülenden farklı bir beton kullanımı, dökülen betonun yeterince vibrasyona uğratılmaması, betonun içinde bulunan demirlerin birbirine hatalı veya eksik bağlanması vb. durumlar) bir duvar diğerinden daha zayıf olacağı için depremsiz durumda yapı ayakta durabilse bile deprem anında bir duvarın diğerinden daha esnek olması yapıda normalde beklenmeyen bir dönme hareketi oluşturacağından ötürü yapının yıkılmasına sebep olabilir.
Bir başka örnek olarak planda ön görülmemiş tarzda yeni inşaat durumları (mesela kolonların ve/ya taşıyıcı duvarların inşaat planından bağımsız şekilde hesapsız yerleştirilmiş olması) inşaat aşamasında saha mimari tarafından denetlenip gerekirse yeniden inşa ettirilmediği müddetçe yine yukarıda bahsetmiş olduğum durum yaşanacağından ötürü inşa edildikten sonra sapasağlam görünen ve üstelik birkaç yıl içinde yapılmış yeni bir bina olmasına rağmen deprem anında yıkılabileceğini ön görmek mümkün.
İnşaat sürecinin sorunsuz tamamlanmasının ardından kullanımı sırasında projenin mimarına haber verilmeksizin alınan kararlar da (duvarların kaldırılarak odaların birbirine eklenmesi, taşıyıcı elemanların tamamen ortadan kaldırılması veya içlerinin delinmesi vb durumlar) herkesin bildiği üzere depremde yaşanan yıkımların ana sebeplerinden biri.
Peki sonunda can kayıplarının yaşanabileceğini bilmemize rağmen neden bu tarz davranışlar gösteriyoruz.
İnşaat Sektöründe Ekonomik Refahın Etkisi
Müteahhitlerin ve devletin resmi inşaat organlarının yapılara kâr odaklı bakması yapılarda mümkün olduğunca az malzeme kullanımını destekleyen bir davranış biçimini inşaat sektörünün geneline yerleştirmiş durumda.
Buna göre bir yapının daha az maliyetle daha kârlı satılabilmesi adına gerekirse mimari projeye uymayacak şekilde malzeme değişiklikleriyle ya da niteliksiz işçilikle inşa edilmesi hak görülmekte. Depremsiz durumda ayakta kalabilecek tarzda yapılan değişiklikler bina tamamlandıktan sonra tespit edilemeyeceği için deprem anında yaşanabilecek durumlar göz ardı edilebilmektedir.
Hatta bu doğrultuda inşa denetim mekanizmalarının ve birtakım karar alıcılarının da para yoluyla bu usulsüzlükleri görmezden gelmesi sağlanmış, usulsüzlük yapmak inşaat sektörünün doğasında var olan normal bir şeymiş gibi karşılanmaya başlamıştır.
Madalyonun diğer tarafında da inşa edilen yapıları kullanacak olan halk bulunuyor. Toplumun genel refah düzeyinin sürekli olarak düşüşü, insanların kapitalizmin merkezine yuvasını yapmış inşaat sektöründen kaliteli ve dayanıklı yapılar talep etmesini imkansız kılmıştır. İnşaat sektörü, maliyet bahanesinin arkasına sığınarak insanları güvensiz ve kalitesiz konutlarda barındırmayı kendine hak görmeye başlamıştır. Yine bu sebeplerden ötürü kentsel dönüşüm olgusu insanların evlerini güvenle yenileyebilecekleri bir fırsat olmaktan uzaklaşmış, maliyet hesaplarından ötürü müteahhitlere daire verilerek çözülen ve çarpık kentleşmeye zemin oluşturan bir canavar hâlini almıştır. Bunu bugün en iyi Fikirtepe’de görebilmekteyiz.
Yorum bırakın